Huzurlu, bereketli, başarılı ve barış dolu bir hafta diliyorum memleketimin bütün insanlarına.
Bugün, biraz çocuk eğitiminden bahsedelim istedim. Çocuk eğitiminden derken, sizlere anlatacağım herhangi bir eğitim modelim yok açıkçası. Ancak belki derleme diyebileceğim ve toplumumuzdaki bazı önemli şahsiyetlerin tecrübelerinden kimi uygulamaları paylaşacağım sizlerle. Henüz dünyaya çocuk getirmemiş olan genç kuşakların dikkatle okumalarında fayda mülahaza ediyorum. Çocuk eğitimine sıfırdan başlayanlar için önemli ip uçları var diye düşünüyorum anlatacaklarımdan. (Acaba diyorum dede olma ihtimalinin yakın gelecekte hayatıma yansıyacak olan izdüşümünün erken uyarı sistemi de bu yazıyı kaleme almama neden olmuş mudur? Belki!)
Yazımda, bazı önemli şahsiyetlerin çocuk eğitimiyle ilgili pratikleri ile önerilerinden seçilmiş faydalı örneklikler sunmaya çalışacağım.
Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU: Doktora eğitimim süresince, olayları değerlendirmede ilim ve irfanındaki derinliğiyle ufkumun genişlemesi bakımından ziyadesiyle istifade ettiğim (ettiğimiz) hocalarımızdandı. Boğaziçi üniversitesiyle sırt sırta konumlanmış olan, denize nazır bölüm binamızın, yeşille bezenmiş bahçesinde zaman zaman gezinerek yaptığımız ilmi sohbetlerinden (derslerinden) hem istifade ediyor ve hem de keyif alıyorduk. Muhterem hocamızın üstün muhakeme ve soyutlama kabiliyetiyle olayları ve olguları değerlendirmesi, adeta Eflatun’un Akademia’sında talebeymişiz gibi hissettiriyordu bizlere. Bu vesileyle, böyle bir ortamı temin ve tesis ettiği için de çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Ömer DİNÇER beyefendiye de şükranlarımızı sunmak isterim.
Her neyse! Aslında burada ifade edeceğim husus başka. Çok değerli hocamızın kendi çocuklarını yetiştirirken, özellikle okuma alışkanlığının bir davranış biçimine dönüşmesi bağlamında anlattığı ve yine kendi çocukları üzerinde uyguladığı yöntemi burada paylaşmak isterim. Bir derste demişti ki: “Çocuklarım oyuncakla oynama yaşına geldiğinde, ilk günden itibaren kendilerine bebek ya da silah almadım oyuncak olarak. Sadece kitap, defter ve kalem aldım. Çocuklar büyüdükçe kitabı, defteri ve kalemi hayatın vazgeçilmezleri şeklinde görmeye başladı; ekmek, su ve hava gibi.
Bu nedenle anne ve baba olmaya hazırlananlara tavsiyem, geleceğin Türkiye’sine donanımlı, ufku geniş ve katma değeri yüksek bireyler kazandırma arzusunda iseler, hocamızın bu tecrübesinden faydalanmalarıdır. Sakın “yahu çocuk oyuncaksız olur mu” gibi bir yaklaşımla hareket etmesinler. Çocuk zaten bir şekilde oyuncakla ilişkisini zaten kendisi geliştirecektir zaman içinde. Önemli olan bu ilişkiyi anlamlı bir boyutta kurabilmektir. Bireyin kendi kimlik ve kişiliğini oluşturma sürecinde, çocuğun kitabı, defteri ve kalemi hayatının mütemmim bir cüzü olarak görmesinden ve bilmesinden daha önemli bir şey etken olmadığını düşünüyorum.
Acizane ikinci bir tavsiyem ise, çocuğun, muhakeme kabiliyetinin gelişimini engelleyecek türden araçlardan uzak tutulmasıdır. Mümkünse yedi yaşına kadar da bu şekilde davranılmasıdır. “Bizim çocuk da tablet bilgisayarı nasıl kullanıyor nasıl kullanıyor, bilemezsiniz…” gibi tuzaklardan çocuğu uzak tutmak gerekir. Bırakın çocuğunuz yedi yaşına kadar ekranda resim açmayı veya kaydırmayı öğrenmeyiversin. Hiçbir şey kaybetmiş olmazsınız.
İshak ALATON: İshak ALATON’un çocuklarını yetiştirirken uyguladığı yöntem de ilginç gelmişti bana. Kendisiyle ulusal bir televizyonda gerçekleştirilen bir sohbet programında ilk duyduğum günden itibaren dikkatimi çekmişti. Bahse konu yöntemi kendi çocuklarımı yetiştirirken uygulamıştım da zaman zaman. Bu yöntem zihin ve hafıza eğitimi açısından kayda değer gelmişti bana. ALATON diyordu ki:
“Ben çocuklarımla Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nde vs. dolaşırken, geçtiğimiz mağazaların vitrinlerini dikkatle izletirdim çocuklara ve oradan ayrıldıktan sonra vitrinde gördüklerimizle ilgili sorular sorardım. Şu elbisenin rengi ne idi, sağdaki elbise nasıl bir şeydi, şu elbisenin fiyatı ne idi vs. gibi.”
Benzer şekilde ben de çocuklarda uygulamıştım bu yöntemi. Mesela, Sivas Kongre Binası’nın yanından geçerken şu pencereye iyi bakın; size soru soracağım derdim çocuklara. Sonra da korkulukta kaç tane dikey çubuk vardı, kaç tane yatay bölme vardı, pencere kaç kanatlıydı, vs. gibi sorularla dikkatlerini güçlendirmeye ve hafızalarını zorlamaya çalışırdım. Sanırım işe yaradı ya da bendeniz öyle düşünüyorum. Çocukların zihni melekeleri ile hafızalarının güçlü kılınması bakımından önemli bir yöntem diye değerlendiriyorum.
Gülruz HAYDAR: Gülrüz Haydar’ın çocuk eğitimi ile ilgili bir kitabından aklımda kalan şu idi: Çocuğunuzu hiç değilse yedi yaşına kadar kötülüklerden uzak tutun ve bu dönemde iyilikleri öğretin ve gösterin kendine. Bireyde kimliğin önemli bir bölümü bu yaşa kadar oluşuyor. Bu yaştan sonra çok az şey ekleniyor kişiliğe.
Bu nedenle, mümkünse işitsel ve görsel medyadaki kötülükleri göstermeyin çocuklara belirli yaşa kadar. Belirli bir yaştan sonra zaten gereğinden fazla kötülüğü müşahade edecektir; lakin içselleştirmeyecektir.
Yine HAYDAR der ki, “her şeyin geçiciliği ve sadece İlahi olanın kalıcılığını göstermek bakımından, evininizin bir köşesinde seccadeniz sürekli serili olsun ve mümkünse çok az değiştirin yerini. Buna karşılık zaman zaman diğer eşyaların yerini değiştirin. Böylece çocuğun zihninde geçici ve kalıcı olanla ilgili bir resim oluşturabilirsiniz.
Servet MOLAK: ODTÜ (Orta Doğu Teknik Üniversitesi) 1.Yurttan dostumdur. Elektrik ve Elektronik Mühendisliği’nden mezun. Bu dostumu ise iki konuda örnek olarak vermek isterim. Birincisi “Bu devirde çok çocuk mu olur?” diyenlere cevaptır. Evet! Bu devirde de çok çocuk olabiliyormuş ve hem de biri diğerinden bir şey eksiltmeden. Maşallah dostumun dokuz çocuğu var ve hepsi de çok okuyan, düzgün karakterli ve münevver şahsiyetler. Servet bey bazı çocuklarının daha orta okuldayken, hocalarıyla çeşitli konularda fikri münazara ve münakaşalara giriştiklerini söylerdi bana. Bunun nedeni ise şimdi bahsedeceğim ve Servet bey dostumun ikinci uygulamasından gelmektedir.
Servet kardeşimiz, televizyonu çocuk eğitimi için zararlı ve zaman tuzağı gördüğünden dolayı evine sokmadı. Bunun yerine yoğun bir okuma süreci yaşattı çocuklara ve aile içi sıkı bir iletişim ve ilişkiler biçimi geliştirdi doğal olarak. “Bu devirde televizyonsuz olur mu?” diyenlere de çok açık bir cevaptır Servet beyin ve ailesinin tecrübeleri. Bu devirde televizyonsuz oluyormuş dostlar. Aslında asıl hayıflanmamız gereken “Bu devirde kitapsız olur mu?” sorusuna arayacağımız cevaplardır. Daha doğrusu cevabı belli de “nasıl yaparız da toplumumuzu okuyan bir topluma dönüştürürüz” kısmı üzerinde çaba sarf etmemiz gereken hususu temsil etmektedir. Bunun da cevabını ve uygulamasını Servet beyin ailesi ve çocukları özelinde görebiliyoruz.
Henüz çocuk sahibi olmamış ya da anne-baba olma yolunda ilerleyen gençlerin kulaklarına küpe olması; bir yanı kendi değerlerine sımsıkı sarılmış ve bir yanıyla da dünyayı tanımaya ve anlamaya çalışan; bugüne kadar kendine biçilmiş olan oyuncu rolünden sıyrılarak artık oyun kurucu bir ufuk ve bakış açısını yakalayabilen yeni kuşakların yetişmesi temennisiyle…