ANILARDAN KESİTLER-1: BİR HOLLANDALI GÖZÜYLE GEZİ OLAYLARI

2013 yılı Haziran ayı ortalarından itibaren üç ay süreyle Hollanda’da bulundum. YÖK desteğiyle gittiğim bu süreçte, ombudsmanlık konusunda bir çalışma gerçekleştirdim ve çok değerli iki hocamızın (İstanbul Üniversitesi Anayasa Hukuku Profesörü Sayın Abdurrahman EREN ve Düzce Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Ayhan Nuri YILMAZ) da katkılarıyla kitaplaştı ve Bartın Üniversitesi tarafından yayımlandı. Tabi ki bu yazımda ele alacağım mevzu ya da konu kitapla ilgili olmayacak. Hollanda da bulunduğum üç aylık süre içinde, abim Hanifi CERİTLİ’nin restoranını özellikle gündüz saatlerinde ofis olarak kullanıyordum ve zamanımın çoğu da burada geçiyordu. Böyle olunca da birçok farklı insanla tanışma ve değişik olaylarla karşılaşma şansını yakalayabiliyordum.

Tam da Gezi olaylarının başlamasından kısa bir süre sonra gitmiştim Hollanda’ya. Neredeyse her yerde gündem Türkiye’deki olaylardı. Televizyonlar ve radyolar sıkça Gezi olaylarından söz ediyordu. CNN gibi bazı televizyonlar ise Gezi olaylarını ve sonrasını adeta BBG programına dönüştürmüştü ve sıkça canlı yayın ve bağlantılar yapıyordu. Muhatap olduğunuz ya da sohbet imkanı yakalayabildiğiniz Hollandalıların çoğu Türkiye’de bir iç savaş olduğu algısını yaşıyordu. Her ne kadar, iç savaş gibi bir durumun söz konusu olmadığını; olayların, sadece İstanbul’un belirli bir bölgesinde gerçekleştirilen protesto gösterilerinden ibaret olduğunu söylesek de, bunu çok fazla anlayacak durumda değillerdi. Çünkü görünen göz kılavuz istemiyordu onlara göre ve onların nazarından doğru ve gerçek olan buydu aslında. Gerçek bu olmasa da, “gösterilen” resimde Türkiye’de bir iç savaş yaşanıyordu adeta.

Bütün bunların yanı sıra, olayları dikkatlice izleyen ve analiz eden Hollandalılar da vardı elbette. Bir ikindi vakti bunlardan bir tanesi restorana geldi. Shoarma (tike döner diyelim) sipariş etti. Yemeği hazırlandı ve önüne kondu. Bir taraftan yemeğini kaşıklarken arada bir bazı şeyler söylüyor ve abimle sohbet etmeye çalışıyordu. Bir ara tam olarak anlayamadığım bir cümle kurdu. Abim yaşanan bu diyaloğu bana tercüme etti. Adamla abim arasında geçen konuşma şöyle cerayan etmişti:

Adam: Türkiye’de neler oluyor?

Abim: Belediye Taksim Meydanı’ndaki bazı ağaçları kesmiş; halkta bunu protesto ediyor.

Adam: Sen buna inanıyor musun?

Abim: Neye inanacağım?

Adam: Kardeşim! Türkiye büyüyor ve güçleniyor. Amerika ile İsrail’de bunu istemiyor. Türkiye’de yaşananların bütün sebebi bu. O meydanda öyle masum bir protesto yapılmıyor.

Hadi gel nasıl inanırsan inan; ne dersen de. Aslında bizler yani abim de ben de Gezi olaylarının uluslar arası bir kurgunun ürünü, bir toplumsal mühendislik işi olduğunu; büyük resimde farklı bir fonksiyona sahip olduğunu; maalesef 28 Şubat, 12 Eylül vb. sıkıntılı ve insanın nefesinin dahi zinde güçler tarafından takip edildiği günleri yaşamamış olan genç kuşakların bir şekilde bu kirli oyunun içinde çekildiğini biliyorduk. Bazı bilgilere dayalı olarak tahmin ettiğimiz bu süreçle ilgili gerçeğin, bir yabancı gözüyle de teyit edilmiş olması, bizleri şaşırtmadı; sadece mevcut resmi daha net hale getirmiş oldu.

2013 yazında Hollanda’da geçirdiğim bu üç aylık süre içinde buna benzer çok sayıda insanın görüşlerine şahitlik ettim. Olaylara tarafsız bakabilmeyi becerebilen Hollandalı, Afrika ve Orta Doğu kökenli Hollanda vatandaşı birçok insandan aynı şeyleri duymanız gayet olağandı. Hepsi de Türkiye’nin giderek güçlenen, bölgesinde ve dünyada söz sahibi olan etkili bir ülke haline gelmeye başladığını ve bu durumun başta İsrail olmak üzere, dünyadaki güç denklemlerini tasarlayan ve sahneye koyan ülkelerin hoşuna gitmediğini ifade ediyorlardı.

Değerli dostlar! Yılda ortalama 500 milyon ağacın dikildiği bir ülkede, (kesilmedi gerçi ama) belirli sayıda ağacın kesileceği varsayımı üzerine, memlekette bir iç savaş durumu varmış gibi, diktatörler ülkeyi ele geçirmiş gibi, hak, hukuk ve adalet rafa kaldırılmış gibi, özgürlükler devletin meşru güçleri tarafından baskı altına alınıyormuş gibi bir algı operasyonu gerçekleştirildi Gezi olaylarıyla. Ülkemizdeki işbirlikçi zinde! güçler ve onların uluslararası uzantıları da mümkün olduğu kadar güçlü bir şekilde lojistik destek sağladılar Gezi olaylarına. Çok şükür ki milletimizin sağduyusu ve güçlü feraseti bu tezgahı gördü ve oyunu bozdu.

Hem Gezi olayları ve hem de 17 ve 25 Aralık operasyonlarının esas hedefi ise Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN idi. Bütün bu olayların bir biriyle ilişkileri hususunda medya da ve yayın hayatımızda çok sayıda yazı ve eser kaleme alındı. Dolayısıyla neden Recep Tayyip ERDOĞAN hedefe kondu hususunda teferruata varan bilgi ve görüşler sunmayacağım buradan. Ancak kısaca değinmeden de geçemeyeceğim.

Aslında Batı, ABD, İsrail ve dünya biliyordu ki, Türkiye’nin büyümesi, kalkınması, bağımsız ve güçlü bir ülke olma yönünde önemli ilerlemeler kaydetmiş olması; artık kimi önemli alanlarda kendi teknolojisini üretme hedeflerine doğru yol alıyor olması; İslam dünyasının, “küresel oyunları görüyorum” ve “ben de varım!” duygu ve düşüncesinin cesaretlendirilmiş olması; İslam dünyasının birliği açısından top yekun bir diriliş ve kardeşlik ikliminin tesis edilmeye çalışılması; mazlum milletlerin haklarının güçlü bir şekilde savunulması bakımından, “One Minute”le kralın çıplak olduğunu; “Dünya Beşten Büyüktür”le BM gibi uluslararası örgütlerde bütün güç ve yetki ile 193 ülkenin kaderinin birkaç ülkenin tekelinde olmasının yanlış olduğunu dünyanın gözünün içine baka baka söyleyen Sayın ERDOĞAN gibi kendinden emin ve dirayetli bir şahsiyetin liderliği oldukça önemli idi. Ve bu tehlikenin(!) bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bunun için de çeşitli zamanlarda çeşitli oyunlar kurgulandı ve bunlar sahnelendi. Lakin ve ülkemiz açısından “çok şükür” ki, bu oyunlar bugüne kadar maya tutmadı ve toplum nezdinde karşılık bulmadı.

Ancak, uluslararası bu güçler ile onların yerli işbirlikçilerinin pes edeceğini, hedeflerinden vaz geçeceklerini düşünmek büyük saflık olur. Bahse konu güçleri korkutan ve karamsarlığa sevk eden asıl mesele ise Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN gibi karizmatik bir şahsiyetin vizyonu ve liderliğinde yetişecek, gücünün farkında olan, dünyayı ve olayları iyi gözlemleyen, yorumlayan ve kavrayan, donanımlı, geniş ufuklu, ferasetli ve uyanık, ilim ve irfan sahibi yeni kuşakların ve kadroların yetişmesidir. Asıl mesele binlerce Tayyip ERDOĞAN‘ın doğuşunu engellemektir. Bir tanesiyle baş etmekte zorlanan uluslararası güçler açısından binlercesi çok daha büyük bir tehlike ve beladır(!)

İşte bütün mesele budur dostlar. Selametle.

Not: Genç kuşaklara, Ahmet TAŞGETİREN’in bugün ki yazısını okumalarını tavsiye ederim. Yazıyı okumak için (http://haber.star.com.tr/yazar/olmadiginda/yazi-1034140) linki tıklayınız.

0
Shares