1983 yılında ODTÜ’de yüksek öğretim hayatıma başladığım yıllardan mezun olduğum 1988 yılında kadar ki bütün süreçlerde okullarda ve üniversitelerde başörtüsü yasakları ve bu sürecin doğurduğu anormallikleri yaşadım. Tabi bu durum bitmedi ve daha sonra üniversitede araştırma görevlisi olarak başladığım yıllarda da devam etti. Hatta artarak devam etti.
Yıllarca hep şunu düşündüm. Bu devleti yönetenlerin hiç mi feraseti yok. Bu kadar mı kör ve kendi toplumuna yabancı. Yahu hepsi hepsi bir bez parçası. Buna bu kadar yükleneceklerine, bir karar alsalar ve baş örtüsü hem okullarda ve hem de eğitim kurumlarında serbest deseler bütün gerilim anında bitecek ve halkın devlete karşı olan bakış açısı bir anda değişecek ve aidiyetinin derecesi bir anda farklılaşacak. Devlet aklı bu kadar kısır olamaz diye düşünüyordum. Ama cevabını bulamıyordum.
Evet! Ülkemizde Batılılaştırma çabalarından dolayı bir devlet baskısı ve ötekileştirmesi var ama bu kadar üzerine üzerine gidilmesi çok anlaşılır değildi. Ama yeni yeni anlıyoruz ki işim içinde işler var. Başörtüsü mağduriyeti üzerinden tabanın tepkisini çoğaltmak ve neticede şu sava meşru zemin oluşturmak: “Kardeşim adamlar bu ülkede mütedeyyin insanların okumalarını ve kurumlarda çalışmalarını istemiyor. O halde geriye bir şey kalıyor. Sessizce ve kamufle olarak hem eğitim alanına ve hem de diğer kurumlara SIZMAK”.
Nihayetinde öyle de oldu. Başka türlü bizim devlet kademelerinde yerimiz yok dediler. Lakin bütün bunları yaparken, yani baş örtüsü mağduriyeti edebiyatlarını yaparken, baş örtüsü yasağına karşı yapılan eylemlerin hiçbirinde bunları göremedik. Eylemleri bize yaptırdılar. Kendileri ise sinsi sinsi buradan devşirecekleri rantların ve devlete SIZMA planlarının peşinden gittiler. Burada yanlış bir yoruma da gidilmemesini bilhassa ifade etmek isterim. Özellikle 1980’lerden sonra ülkemizde gerçekten çok sayıda ve yoğun olarak başörtüsü zulümleri yaşanmıştır. Ancak bunun özellikle jakoben kamu idarecileri ile FETÖ terör örgütünün organik olmayan işbirliği ile büyütüldüğünü anlıyorum şimdi.
Tabi baş örtüsü zulmüne mesela mütedeyyin insanlar oldukları için (sakallı ve baş örtülü) orduevlerine alınmayan ve bu yolla ötekileştirilen ve toplumsal mobbingle karşı karşıya kalan kesimlerin ruh dünyalarındaki derin yaraların bugüne gelinmesindeki etkisini de unutmamak lazım. Yani bir subayın başörtülü annesi orduevine girse kıyamet mi kopardı. Ordu bununla irticaileşir miydi? Değildi aslında. Ama böyle olacağına tam tekmil inanan bir kesim ve buradan devlete SIZMAK için hazır bir leş kargaları ve zihinleri uyuşturulmuş hazır asker haşhaşi güruhu vardı.
Mesela imam hatip mezunları da askeri okullara girebilseydi. Burdan da beslendi FETÖ teröristleri. Yine o zamanlar şöyle düşünürdüm: Yahu bu çocukların okuduğu okullar belli. Bunların ne okudukları ve bunlara öğretilen dini bilgiler de belli. Dolayısıyla gizli-kapaklı değil devletin kontrolünde ve devletin eğitim kurumlarında açık eğitim ve öğretim gören çocuklar bunlar. Oysa diğer tarafta sinsi sinsi orduya SIZMAYA çalışan bir güruh var. Bunların ne olduğunu ve hedeflerini kestiremeyebilirsiniz ama diğer adamlar gün gibi ortada. Neden devlet bu imam hatiplerin orduya ve diğer bazı kurumlarına alınmasının önüne engeller korlar.
Katsayı meselesi de sanki özelikle bu kesimi besledi. Katsayı ile sıralamada üstün başarılar elde eden çocuklar ancak çok düşük başarı seviyesine sahip bölümlere girebildiler. Bu durum da yine FETÖ terör örgütünün hazır asker haşhaşilerinin en iyi bölümlere yerleşmelerinin önünü açmadı mı? Binlerce zeki ve başarılı genç kenarda bırakıldı ve burdan boşalan yerleri bin türlü desise ve hile ile seçip yetiştirdikleri ve ALLAH RIZASI İÇİN! sınav sorularını çalarak kendilerine sınav öncesi verdikleri yavru haşhaşilerle doldurdular.
Kısaca sivil-asker, devleti yönetenler sürekli FETÖ terör örgütünün ekmeğine yağ sürdüler ve kamu kaynaklarını ve kadrolarını altın tepsi de sundular bu deccala ve onun zihni uyuşturulmuş ve satılık bağlılarına. Bazen düşündüğümde trafji-komik geliyor ama öyle bir efsunlanmışlar ki 15 Temmuz ve sonrasında açıkça yaşanan bunca ihanete rağmen hipnozdan kurtulamayanları var. Hala ‘daha bitmedi, FETOŞ tanırımıza güveniyoruz’ diye düşünebiliyorlar. Ya da 20 yıl sonra bugün ki gibi düşünemeyebilirsin diyebiliyor. Yarabbi! Bu nasıl akıl tutulmasıdır. Bu nasıl uyuşukluktur. Ve bunları bu uykudan uyandıracak tek şey Kuran okumalarını tavsiye etmektir. Lakin sanırım Deccal onu da yasaklamıştır bunlara. Gerçi zaten yasaktı FETOŞ’un kitaplarından başka kitap okumak. Muhtemelen evlerinde TV ve radyo dinlemeleri de yasaklamıştır.
Yok canım! O kadar da değil diyenlere cevabım ‘O kadar’. Siz hiç Allah’ı Kuran’da emrettiği hususlarda şüphe duyan mümin gördünüz mü? Göremezsiniz! Çünkü şüphe imanı yok eder. FETÖ mensuplarının bir kısmı için de durum bundan farksız değil.
Rabbimden hepsine bir an önce FETÖ efsunundan uyanmalarını diliyorum. Etrafınızdakilere tavsiye edin Kuran okusunlar.
Not: Bu vesileyle ABD’de FETÖ terör örgütü tarafından, Yahudilerle ilgili ayetler çıkarılarak yayınlanan Kuran hakkındaki yaşanmış hikayeyi de buradan anlatacağımı belirteyim şimdiden.