BÜROKRASİNİN FIRILDAKLARI

Uzun zamandır kaleme almak istediğim hissiyatımdır burada karalamaya çalıştığım hususlar. Aslında yazıdan daha öte şahsi gözlem ve kanaatimi ifşa etme çabasıdır. Olur da sağır bürokratlar duyar ve kendilerine çeki düzen verirler.

Dünya ‘yönetim (management)’ ve ‘ devlet yönetimi (government)’ kavramlarını dahi çoktan geçip özel sektörde ve kamuda 360 derece yönetim veya ‘yönetişim (governance)’ kavramlarının temsil ettiği yönetim süreçlerini hergün bir adım daha ötesine geçerek uygulamaya çalışırken, maalesef ülkemizde hala ‘bürokrasinin’ hantal çarklarından ve halka tepeden bakan, vatandaşı canından bezdiren tutum ve uygulamalarından bahsediyor olmamız traji-komik bir gerçeğimiz olmaya devam etmektedir.

Hem bürokrasideki tecrübe ve gözlemlerim ve hem de akademik çalışmalardan elde ettiğim izlenimlerim, yönetme sanatının teknik ve bilimsel olduğu kadar tecrübi, insani ve biraz da doğuştan gelen bir olgu ve süreç olduğunu fısıldamaktadır kulaklarıma. Yönetici kademesinde rol alan kişilerin liderlik, yenilikçilik ve girişimcilik yanları ne kadar güçlü ise işgal ettikleri makamın topluma katkıları da o denli yüksek olmaktadır. Aksi durum ancak statikonun devamını sağlamakta ve zeminini güçlendirmektedir. Ancak yöneticiler aynı zamanda, bir yenilik yapacağım derken eskisinden daha kötü uygulamaları da hayata geçirmemelidir. Böyle yaparlarsa onlar koltuklarını kaybederler (diyeceğim ama nedense daha da güçleniyorlar) , ancak bunun faturası siyasiler üzerinde kalır. Kimse bu vahim yanlış uygulamayı şu bürokrat yaptı demez, hesabını siyasilere yani hükümet edenlere sorar. Ve mevcut süreçte bütün bu hataların toplamı en çok da FETÖ’cü hainlerin ve Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürer.

Devletle halkın arasındaki mesafeyi azaltmak ve kamu yönetimini kırtasiyecilikten kurtarmak için 2000’li yılların başlarından itibaren çok şey yapıldı ve kayda değer ilerlemeler de kaydedildi işin gerçeği. Ancak uygulamada hala önemli tıkanma ve sorunların olduğu da bilinmektedir. Bugün git-yarın gelci, savsaklayıcı, vurdumduymaz, bananeci, salla başı al maaşıcı, değişime direnici, suistimalci bir yığın fırıldağın kamunun çeşitli kademelerinde varlığı da yanı başımızda duran bir ülke gerçeğimizdir. 657 diye de bir Devlet Memurları Kanunumuz olduğu sürece de bu durum değişmeyecektir.

Devlet insan haklarından, bireysel başvuru hakkına kadar birçok iyileşmeyi hayata geçirmiştir son 10 yılı aşkın sürede. Devlet çarkları arasında yorulan, bezen ve çaresiz kalan insanlar için Kamu Denetçiliği Kurumunu kurmuştur vatandaşın hakkını araması ve sorunlarına çözüm üretmesi amacıyla. Kamu Hizmet Standartları başlığı altında her kurumun vatandaşlara sunduğu iş ve işlemleri şeffaf ve hesap verebilir hale getirmeye çalışmıştır. Şayet bürokrasi, derdine derman olmaz ve işi yokuşa sürerse, durumu devletin en tepesindekilere iletsin diye Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezini (CİMER) ve Başbakanlık İletişim Merkezini (BİMER) kurmuştur Devlet. Bunların ve burada sıralayamadığımız birçok yeni uygulamanın hepsi çok faydalı ve halkın devlet kademelerine erişimini kolaylaştıran kurum veya süreçlerdir muhakkak.

Ancak sorun gelip yine insanda tıkanmaktadır. Özellikle kamu yönetimlerinde işi yokuşa sürmeyi adet edinen, hata yapmamak için iş (yeni şeyler) yapmayan, çalışan veya vatandaş olsun herkese şüpheyle bakan, devleti koruyorum derken devleti nefessizlikten boğan, bir üst yöneticisine hoş görünmek için vitrin ve makyajdan öteye gidemeyen ve ancak buradan da şahsi ikbal bakımından başarılı sonuçlar elde eden, farklı görüşe ve farklılıklara tahammül edemeyen, başarıları takdir ederken bunu kerhen yapıyormuş izlenimi veren, işgal ettiği koltuğun gücünü kendine menkul bilen, işgal ettiği koltuğu kaybetmemek için yanlışlar veya haksızlıklar karşısında sessiz kalan ve doğruyu bildiği halde emredilen yanlışa boyun eğmeyi bir borç bilen, koltuk sevdasının alev alev bütün hücrelerini sardığı, kendi görünürlülüğünü artırmak için kendisinde var olandan (kendisinde fazlaca bir şey olmadığı için) daha çok potansiyel rakiplerin negatif özelliklerini toplum içinde her daim vurgulamak ve ifşa etmek suretiyle öne çıkmaya çalışan, hergün beş vakitten daha fazla Allahın kelamını (Kuranı) okuduğu, Perşembe oruçlarını mutad tuttuğu ve haftada bir hatim indirdiği halde kardeşine iftira etmekten ve kardeşinin etini yemekten beis görmeyen, koltuğa oturduktan sonra da dönüp kendisini o koltuğa oturtanlara ihanet etmekten çekinmeyen, liyakatın değil itaatin esas olduğuna kalpten inanan dünyadan ve gelişmelerden bihaber o kadar çok bürokrat var ki kamuda! Sormayın gitsin! Kötü olan ise bunların siyasiler nezdinde itibar görüyor olmasıdır.

Bütün bunların hülasası aslında ‘Kolaylaştırın Zorlaştırmayın, Sevdirin Nefret Ettirmeyin’ hadis-i şerifin ifade etmek istediğidir. Oysa şöyle dönüp kamu bürokrasisine yakından ve kısa bir göz atıldığında, güç zehirlenmesi yaşayan çok sayıda bürokratın veya çapsız yöneticinin varlığı görülecektir. Ve bu bürokratlar sergiledikleri itici, nobran ve kabiliyetsiz tavırlarıyla, temsil ettikleri düşünülen inanç ve düşüncelere karşı olumsuz kanaat ve düşmanlıkların çoğalmasına ve gelişmesine sebebiyet vermektedirler. Ve bu durumda neticede FETÖ’cü hainlerin ve Türkiye düşmanlarının işine gelmektedir. Oysa bizler sahip olduğumuz inanç iklimi bakımından da dostlarımızı çoğaltmalı, düşmanlarımızı yaklaştırmalı ve azaltmalıyız. Bunun bürokrasideki karşılığı liyakatlı, nezaketli, hakkaniyetli, adil ve mütevazi olmaktır. Hakkaniyetli derken de salt iyi itaat ediyor diye hem beceriksiz ve kimliksiz kişileri, yani dün ‘Ayakkabı Kutusu’ tezgahını dilinden düşürmeyerek Sayın Cumhurbaşkanımıza iftira kampanyasına katılanları bugün ikbal sahibi yapmayı demek istemiyorum tabi ki.

İtirazsızlık-itaatkarlık-(böylece) itibara erişme-ikbal kazanma ve yalancı cennete ulaşma beşlemesinin bilimsel ve sosyolojik açıdan üzerinde çalışılması gereken bir saadet zinciri olduğunu düşünüyorum acizane.

Allah onların şerrinden ve beceriksizliklerinden ülkemizi ve milletimizi korusun.

Yaşamasın fırıldaklık!

0
Shares